Wednesday, May 17, 2006

İÇERİK ADRESLERİ

http://yeraltiyazilari.blogspot.com
PROLETARYA İHTİLÂLİNİN TEORİK MESELELERİ
- ÜÇ PROPAGANDA YAZISI -
- GİRİŞ
- PROLETARYA DİKTATORYASI
- ÖZEL ÖNEMİ OLAN BİR FELSEFÎ KONU: BİLİNÇ
- PARTİ MESELESİ
• Genel bakış
• Türkiye’de proletarya mücadelesi
• Türkiye’de rejimin siyasî yapısı
• Mekanizma nasıl kurulmalıdır
• Bitirirken bir kaç not

* * *
http://yeraltiyazilari2.blogspot.com
DEVRİMCİ SENDİKACILIK
- CHP, TKP’Yİ DİSK’DEN KOVUYOR
- ULUSAL DEMOKRATİK CEPHE (UDC)
- KOMÜNİSTLERİN SENDİKA HAREKETİNE BAKIŞLARI NASIL OLMALIDIR
- GÜNEY’DE SENDİKALAR KONUSUNDA YAPILAN TOPLANTILAR ÜZERİNE

* * *
http://yeraltiyazilari3.blogspot.com
FAŞİZM VE REVİZYONİZM HAKKINDA AÇIKLAMALAR
- TÜRKİYE’DE EMPERYALİZME BAĞIMLI BURJUVAZİNİN SINIF HAKİMİYLETİ “FAŞİST DİKKATÖRLÜK”;, BU SINIF HAKİMİYETİNİN ALETİ OLARAK DEVLET İSE, “FAŞİST”DİR
- REVİZYONİZME KARŞI KOMÜNİST TUTUM

* * *
http://yeraltiyazilari4.blogspot.com
ENTERNASYONAL PROLETARYA BİRLİĞİ
- YOLDAŞ “A.D”

* * *
http://yeraltiyazilari5.blogspot.com
“ TÜRKİYE KOMÜNİSTLER BİRLİĞİ”NİN YAYIN ORGANLARIYLA İLGİLİ ELEŞTİRİ NOTLARI"
- GİRİŞ
- BİRİNCİ BÖLÜM
- İKİNCİ BÖLÜM

“TÜRKİYE İHTİLALCİ KOMÜNİSTLER BİRLİĞİ”NİN

İÇİNDEKİLER

GİRİŞ
BİRİNCİ BÖLÜM
İKİNCİ BÖLÜM

GİRİŞ

“Türkiye İhtilalci Komünistler Birliği” (TİKB) adıyla kendisini tanıtan örgüt, proletaryanın ihtilâlci partisinin kurulması gerektiğini belirterek, kendisinin bu yolda mesafeler aldığını iddia ediyor. Biz bu yazıda, “TİKB”nin örgüt yayın organlarındaki düşüncelerini ele alıyoruz. Yayınlarındaki bir çok görüşün eleştirisini yaptığımız halde, yayınladıkları örgüt tüzüğünü, burada özellikle incelemedik. “TİKB”nin, ideolojik ve siyasî muhtevasını en önemli noktalardan eleştirirken, tüzük incelemesine girmeyi yersiz bulduk. Biz bu gün, gerek programda, gerekse tüzükte, ayrıntılardan önce, en temel görüşleri ve meseleleri tartışmalı ve ön plâna çıkarmalıyız. Bu noktada şu açıklama, bizim komünist parti program ve tüzüğünü hangi temeller üzerinde düşündüğümüzü açıkça belirtir.
Parti meselesinin önemi, komünistler tarafından, bütün ciddiyetiyle ele alınmak zorundadır. Proletarya mücadelesinin bütün tarihi içerisinde, en gelişkin parti örneği olarak, Bolşevik Parti’yi görmekteyiz. Bu sebeple, bütün Rusya proletaryasının komünist partisi, bu konudaki incelememizin, başlıcasını teşkil eder. Çünkü, bu partiye temel prensip olmuş şeyler, bütün proletarya partilerinin temel prensipleri olabilecek şeylerdir. Bundan başka, diğer başka partilerden de, yeni şeyler öğrendiğimiz ve öğreneceğimiz de tabiîdir. Fakat, esas olarak biz, kendi sosyal şartlarımızın partisini yaratacağız.
Bu parti, bir yandan, proletaryanın dünya çapındaki bilimsel komünist mücadelesi kadar eski; bir yandan da, bu zamanda ve bu mekânda, Marksizm-Leninizm’in, yani bilimsel komünizmin bir örneğini göstermesi bakımından, yepyenidir.
Bu parti, Türkiye’de proletarya mücadelesinin bütününe sahip çıkması açısından, proletaryanın bütün mücadele tarihi kadar eski, fakat, Marksizm-Leninizm’in yani bilimsel komünizmin ilk örneğini göstermesi bakımından, yepyenidir.
Komünist partinin amacı, komünizmin ilk safhası olan, sosyalizmi kurmaktır.
Sömürenler ve sömürülenler olarak ele aldığımızda, emperyalizmi, ona bağlı olarak gelişmekte olan kapitalizmi ve en gerici sistem olan toprak ağalığını, ihtilâlin karşısındaki saflarda, ihtilâlin mücadele hedefi olarak görmemiz ve göstermemiz gerekir. Öte yandan, başta proletarya olmak üzere, yoksul köylülük ve ezilen sömürülen öteki yığınları da, ihtilâlci saflarda, hedefe doğru yürüyen sosyal güçler olarak görmemiz ve göstermemiz gerekir. Bu durumda hareket, bir bütün olarak; anti-emperyalist, anti-kapitalist ve anti-feodal bir mahiyet göstermektedir.
Zorunlu bir sonuç olan ihtilâlin, proletaryaya ve onun öncüsü partiye yüklediği sorumluluk, daha ilk andan, bir sosyal ayaklanmayı yönetmeye aday olması bakımından önem kazanır. Tarihî tecrübelerle öğrenmiş bulunduğu halk savaşları, kendisine, emperyalizmle mücadelenin ciddiyetini kavratabilmiştir. Fakat, değişen şartlarda, proletaryanın gelişkin bir sınıf olarak ortaya çıktığı şartlarda; mücadelenin değişik biçimleri hakkında, enternasyonal anlamda da yeni olan mücadeleler keşfedecektir. Yığınları, proletarya önderliğinde, çeşitli savaş biçimlerine uygun bir ayaklanmaya göre teşkilatlayacak olan bir parti hareketinin kendisine seçeceği metod, daha bu günden, yarının bir kopyası olarak uygulanmaya başlanacaktır.
Proletarya ihtilâlinin görevi, sosyalizme geçişi sağlayacak olan rejimi kurabilmektir. Bunun için:
Birincisi, içinde bulunduğu mevcut sömürücü rejimi, bütün kurumlarıyla birlikte, ortadan kaldıracaktır.
İkincisi, kuracağı yeni rejim, sosyalist diktatörlüğün henüz ilk safhası olan, proletaryanın önderliğinde ve onun komünist partisi öncülüğünde, yoksul köylülükle birlikte, demokratik bir diktatorya olacaktır. Bu rejim en kısa zamanda, kendisi ile uzlaşmaz çelişkiler göstermeyen, proletarya diktatoryasına yerini bırakacaktır.
Komünist partide, bağımsız, gizli ve merkezî yapı esastır.
Komünist partiyi yaratan öz, proletaryanın sınıf siyasetidir. Bu anlamda bağımsızlık, diğer bütün sınıflardan ayrı ve doğrudan doğruya proletaryanın çıkarlarını gözeten bir siyasî örgütlenme ve mücadeleyi yürütmek demektir. Buna, burjuva kanunlarının hiç bir hükmüyle sınırlanmamayı da eklemeliyiz.
Komünist parti temel olarak illegal örgütlenmeye dayanır. Bu, proletaryanın kurtuluş mücadelesinde zor yolunu seçmek zorunda kalışının ve aynı zamanda, bağımsız yürüttüğü siyasetinin tabiî sonucudur.
Komünist parti, ülkedeki bütün proletaryayı, birbirlerinden bağımsız mücadele veren birlikler olmaktan kurtarıp; üke çapında bir mücadele hareketi olarak, merkezî bir biçimde örgütler.
Komünist partide örgütlenme bağlantısı, merkezden fabrika hücrelerine doğru, dikey bir tarzda kurulur.
Komünist partide görevlerin dağılımı, yani yönetim­, demokratik merkeziyetçilik prensibine göre yürütülür.
Komünist partisi üyeleri, asgari teorik ve pratik bilgiyle donanmış, parti üyeliğini ve bunun getirdiği görevleri kendisine başlıca iş edinmiş; yoldaşlık ilişkilerinin gerektirdiği güveni sağlamış, disiplinli Marksist-Leninist profesyonellerden seçilir.
Legal sosyalizmin ayaklarını bastığı toprak, kaymaya başlamıştır. Revizyonist ve oportünist siyasetin, proletarya içerisindeki çöküşe doğru gidişi, komünistlere yeni imkânlar yarattığı halde; gerçekçi olarak baktığımızda görürüz ki, komünistler bir avuçtur. Ve gene bu bir avuç komünistin, dağınık ve örgütsüz olduğu da bir gerçektir. Halbuki, proletaryayı ihtilâlci bir tarzda örgütleyecek yegâne güç, komünistlerin birliği ve örgütlü mücadelesidir.
Komünistlerin birliği, komünist partinin yaratılmasının ilk adımıdır. Böyle bir birlik, kendisine amaç olarak, proletaryanın vaz geçilmez ihtiyacı olan komünist partiyi yaratmayı almalıdır. Bütün Türkiye’yi içine alacak bir partinin yaratılması bu aşamada iken, yolun henüz başlangıcında olduğumuz ortadadır.
Biz, yarın gerçek olacak olan bu günkü tasarı halindeki partinin ilk örgütlenmesine geçerken; program ve tüzüğün en genel esaslarını, fakat tam olarak benimsemeyi ön görüyoruz. Komünistlerin birliğinin bu günkü görevini ise, yaratılacak partinin ve bu partiye esas olmuş olan temellerin propagandası şeklinde tespit ediyoruz. Proletarya arasında, illegal edebiyatı yayarak, onları, partiyi yaratmada aktif unsurlar haline getirebiliriz.Bizim hiç bir zaman unutmadığımız şey, partinin, proleter yığınlar arasından doğacağı hakkındaki bilimsel tezdir.

BİRİNCİ BÖLÜM

“İhtilâlci Komünist” adını taşıyan gizli teksir yazıları, “Türkiye İhtilâlci Komünistler Birliği Merkez Yayın Organı”dır. Biz bu bölümde, bu yayın organı içindeki görüşlere yer verdik ve görüşler hakkındaki düşüncelerimizi dile getirmeye çalıştık.
“İhtilâlci Komünist”, Mayıs 1979 tarihini taşıyan 1. sayısında, “İhtilâlci Komünist Çıkarken” başlığı altında, şu paragrafa yer veriyor:
“Bu günkü koşullarda; ideolojik-siyasî çizgisiyle; bilimsel strateji ve taktikleriyle; Marksizmi özümlemiş kadrolarıyla ve kitlelerle bağlarıyla Marksist-Leninist, ihtilâlci bir partinin yaratılmamış olması, halk hareketinin en büyük zaafıdır. Bu durum komünistlere, İhtilâlci Komünist Partisinin yaratılmasının esas ve ertelenemez bir görev olarak önlerinde durduğunu bir kere daha göstermektedir. Fakat komünistler, mücadele etmek için partinin yaratılmasını bekleyemezler. Onlar şimdiden mücadeleye atılmalı; sınıf mücadelesinin ileride alabileceği tüm biçimlere şimdiden hazırlanmalıdırlar. Komünist sınıf mücadelesini bütün cephelerde –iedolojik, siyasi, örgütsel, pratik ve askeri- yürütmeliler, kitlelerle bağlarını sağlamlaştırmalılar ve her şart altında mücadeleyi sürdürebilecek ve kitlelere öncülük edebilecek bir örgütlenme yaratmalılar. Hazırlıksız yakalanmak istenmiyorsa bu zorunludur.”
Bu paragraftaki düşünceleri şöyle inceliyoruz:
Önce, “Marksist-Leninist ihtilâlci bir partinin yaratılmamış olması, halk hareketinin en büyük zaafı” değil, fakat komünistlerin ve dolayısıyla, proletarya hareketinin en önemli zaafıdır. “Halk hareketi”nin görevi partiyi yaratmak değildir. Fakat partinin başlıca görevlerinden birisi, “devrimci halk hareketini” yaratmaktır. Partiye gelince: O, komünistler tarafından, proletarya hareketi içerisinde yaratılır.
Komünistler için, proletarya partisinin yaratılması gereği nereden doğmaktadır?
Proletaryanın, ekonomik grevler ve direnişlerle, 1960-1970 yıllarında kendisini sınıf olarak göstermesi. Daha sonraki hareketlerinin, revizyonizm ve reformizm gibi gerici siyasetlere alet edilmesi. Genel olarak da, kendiliğinden bu hareketlerin, komünist bir siyasete ihtiyaç duymasıdır.
Emperyalizme bağımlı burjuvazi ve müttefikleri, gerek faşist devlet güçlerine, gerekse de, diğer faşist birliklere, proletaryanın komünist hareketine karşı savaş emri vermiştir. Böyle bir savaşta komünistler, siyasî iktidar için, bir parti ile, proletarya cephesini oluşturmalıdırlar.
Emperyalizm ve bağımlı burjuvazi, ekonomik ve siyasî krizler içerisindedir. Fakat, başlarında Sovyetler Birliği Komünist Partisi, Çin Halk Cumhuriyeti Komünist Partisi ve Avrupa’nın Resmî Komünist Partilerinin bulunduğu enternasyonal revizyonizmin çeşitli kanatları, onun krizlerini hafifletmektedirler. Hem revizyonizmin emperyalizme yandaşlığını kırmak, hem de, emperyalizmin ve işbirlikçilerinin krizlerini derinleştirmek ve onu bulunduğu batağa daha da itmek için; proletaryanın ihtilâlci bir siyasete, dolayısıyla komünist bir partiye ihtiyacı vardır.
Paragrafta yer alan ve parti yaratılması konusunda, komünistlere verilecek görevler hakkında, “TİKB” bu güne uygun düşmeyen şeyler teklif etmektedir. Bizim bu konuda söyleyeceklerimiz şunlardır:
Bu gün parti yaratılırken,. Komünistlerin düzenle mücadelesi, oldukça sınırlıdır. Çünkü, komünistler bu aşamada, sınıfın ve aydınların, son derece az bir kısmını oluşturmakta ve tümü, asgari bir örgütlenmeyi bile sağlamaktan uzaktırlar. Bu demektir ki, proletaryayı siyasî olarak örgütleyememişlerdir. “Kitlelerle bağları sağlamlaştırmak” için, her şeyden önce onlarla bağ kurmuş olmak gerekir. Aynı şekilde, “sınıf mücadelesini bütün cephelerde –ideolojik, siyasî, örgütsel, pratik ve askeri” yürütülmesi de, partinin yaratılmış olmasına bağlıdır.
Bu konuda, bu aşama için, şunlar söylenebilir:
Komünistler yığınların mücadelesine bütün güçleri ile katılmalı ve onu mümkün olduğu ölçüde, devrimci bir siyasete çekmelidirler. Bu aşamada proletarya hareketi, kendiliğindendir. Objektif durum ise, proletarya hareketine, revizyonist ve reformistlerin etkili olduğunu göstermektedir. Proletarya hareketini, teoride ve pratikte, karşı-devrimci siyasetlerden korumak gereklidir. Duruma göre, sonuçsuz hareketlerde onu geriye çekmeye ve acı mağlubiyetler almasına engel olmaya çalışılmalıdır. Bütün bunlar, partisiz durumda iken, sınırlı hareketlerdir.
Emperyalizm ve faşizm şartları, geniş yığınlar içerisinde, “bağımsızlık ve demokrasi” sloganının dolaşmasına yol açmış ve mevcut rejime karşı, bir muhalefet hareketini ortaya çıkarmıştır. Komünistler bu hareketler içerisinde de bulunup, yol gösterici olmalıdırlar. Fakat komünistler, burjuvazinin alt tabakalarında yaygınlaşma eğiliminde olan bu hareketlere, “Sosyalizm için Bağımsızlık ve Demokrasi” sloganını ve bunun gerektirdiği örgütlenmeyi hakim kılabilmek için; partiyi yaratmak zorundadırlar.
Komünistler, örgütlenmeyi sağlama mücadelesinde, kendilerini koruma göreviyle yükümlüdürler ki bu, bu aşamada, sınıf mücadelesinde saldırıya geçmekten daha gerçekçidir.
Bu aşamada amaç, “Bütün Türkiye Komünist Partisi”ni yaratmaktır. Bu gün esas olan, onun temelini kurmaktır. O halde:
1- Komünistlerin birliği şarttır. Komünistler birlikler halinde bir arada olmalıdırlar. Bunların gerçek birlikler olabilmesi, proleterlerden ve diğer sınıflardan komünistlerin kaynaşmış bulunması şartına bağlıdır. Komünistler öncelikle mahallî birliklerde toplanmalılar ve merkezî bir yapıyla, “Bütün Türkiye Komünist Partisi”nin temel örgütlenmesini oluşturmalılar. Gerçekten, şehirler ve bölgeler çapında, içinde öncü proleterlerin bulunmadığı birlikler yoksa, “Türkiye İhtilalci Komünistler Birliği” bir ad olmaktan ileri gidemez. Komünistlerin birliğinin bir ihtiyaç olduğunu tespitten başka, daha da önemli olan, bunun pratiğidir. Komünist Birliklerin Türkiye çapında merkezî bir yapı içerisindeki gelişmesi, her şeyden önce, bu merkezin gereği olan parçaların varlığını gerektirir. Bu sebeple, bu gün tutulması gerekli olan yol, yarın parti örgütlenmesine temel olabilecek birlikleri oluşturmaktır. Bu birliklerin yarattığı merkezden başkası, gerçek bir merkez değildir. İşte, böyle bir gelişim içerisindeki merkezdir ki, partiye yol açacaktır.
2- Komünist birliklerinin en önemli ve örgütlenmesinin her aşamadaki görevi, hücre birimleri kanalıyla, proletarya arasında, komünist partiyi yaratmanın propaganda ve ajitasyonunu yapabilmek ve proletarya içerisinde, bu partinin zeminini hazırlamaktır. Bir yandan proleterlerin komünist siyasî bilince ulaşmış öncülerini örgütlerken; öte yandan da, Marksist-Leninist örgütlenmelere, gerek teorik, gerekse de pratik şekildeki saldırıları, Marksizm-Leninizm’in teorik ve pratik silahlarıyla yok etmektir.
3- Partinin en ilkel modeli de sayılabilecek (örgütlenme tarzı bakımından) olan bu örgütlenme, mekanizmasını mükemmel bir parti örgütlenmesini engellemeyecek şekilde düzenlemelidir. Hücreler, bölmeler ve merkez, yarının daha geniş ve karmaşık ilişkilerini organize edecek tarzda, gizliliğin kesin gerekliliği de hesaba katılarak, dikey olarak koordine edilmelidir. Görev ve yetkilerin, partiyi meydana getiren temel unsurlar arasındaki dağılışı, yani yönetim sistemi, demokratik merkeziyetçidir.
4- Komünist Birlikleri, partiyi yaratma yolunda, örgütlenmenin ihtilâlci ve militan karakterini, siyasî bilinci geliştirerek sağlar. Bu sebeple, siyasî bir gazete şarttır. Bu gazetenin aslî görevi, bu gün için, partiyi yaratmakla eştir. Süreç içerisinde, örgütlenmenin bir çok meselesine burada çare bulunacaktır. Partinin ideolojisinin geliştirilmesi, parti programı, parti siyaseti ve bütün olarak parti örgütlenmesinin sağlanması için, vazgeçilmez bir araçtır. Bu gazetenin yanı sıra, Marksizm-Leninizm’in ışığında, çeşitli meselelere çözüm getirecek teorik çalışmaların sunulduğu broşürler de, partinin ideolojisini yetkinleştirir.
Aynı yazının devamında, Türkiye’de bütün sapmaların karşısında, “alternatif olarak TİKB vardır” deniliyor. Böyle diyerek, gerçekten böyle olunamaz. Hele ki, “sosyal pratik bunun belgesidir” deyip; kanıt olarak “Üç dünyacı revizyonizme” ve “Mao Zedung düşüncesine” karşı “bayraktarlık” yapıldığını ileri sürmek, ciddî olmaz.
Birincisi, bu düşüncelere karşı bayraktarlık yapmak, en doğru hareket olmaya yetmez.
İkincisi,bu düşüncelere karşı mücadelenin, komünistlerce yürütüldüğü tarih, çok daha eskidir. “TİKB” bu konuda daha çok yenidir. Bu gün artık, sözü geçen düşünceler, bütün yönleriyle açığa çıkmış ve kapitalizmi hızla geliştiren bir Çin revizyonizmi gözler önüne serilmiştir. Görmemekte ısrar edenler, sadece ve sadece, proletaryanın komünist hareketinin hain düşmanları, emperyalist kapitalizmin uşaklarıdır.
Üçüncüsü, “TİKB”, “Mao Zedung Düşüncesi”ne alternatif olacağı yerde, proletaryanın Marksist-Leninist hareketinin tek temsilcisi olmayı seçmelidir.
“İhtilâlci Komünist Çıkarken” yazısından devam ediyoruz:
“İhtilâlci Komünist; TİKB açısından, dağınıklığın son bulduğu, örgütsüzlüğün yıkıldığı ve bir atılımın başladığı bir dönemde ve bunun somut bir ürünü olarak çıkıyor” deniliyor.
Bunun büyütülmüş bir iddia olması, “TİKB”nin zararınadır. Biz, böyle bir hükmü verirken, incelediğimiz yayın organlarından hareket ettik. Genel eleştirilerimizden, nasıl böyle bir hükme vardığımız ortaya çıkacaktır. Hatta, hazır “Önsöz”e geçerken, bunun bir örneğini gösterebiliriz.
“İhtilalci proletarya”, “Önsöz”de şu satırlara yer veriyor:
“Kuşkusuz TİKB Genel Siyasi Platformu devrimin sorunlarını bütünüyle açıklığa kavuşturan, sorunlara somut ve etraflı çözümlemeler getiren başlı başına yeterli bir platform değildir. Bu hem kapsamı sınırlı olması gereken bir platformda mümkün olamazdı; hem de teorik yetkinliğimiz, araştırma ve çözümlemelerde zaman ve ulaştığımız seviye bakımından en iyi bir şekilde yapılamazdı. Nitekim yeterli hazırlığı yapamadığımız yer yer aynı şeylerin tekrarlanmasında ve üslup açısından bozuk anlatımlarda görülebilmektedir. Fakat kısmî hatalar ve eksiklikler giderilebilir şeylerdir. Önemli olan Marksizm-Leninizm yolunda bir adım atılmış olmasıdır.”
“TİKB”, teorik yetersizliğini, zaman darlığını ve “ sınırlı kapsamlı bir platform”u ileri sürerek, “devrimin sorunlarını” bütünüyle açıklığa kavuşturamadığını açıklıyor. Ayrıca, “yeterli hazırlık” yapılamadığı için de, “Üslup bozukluğu” ve “tekrarlar” bulunduğunu söylüyor. Biz ise, bütün bu gerekçelerin, bir mazeret olamayacağını, aksine bu itirafların, böyle iddialı bir hareketin ne kadar da aceleye getirildiğinin ve amatörlüğünün kanıtı olabileceğini söylüyoruz. Ve yine, bu şekliyle, “Marksizm-Leninizm yolunda bir adım atıldığı” konusunda, “ihtilâlci proletarya” ve “TİKB” gibi iyimser bir görüşte de değiliz.
Kapsamın darlığından söz ediliyor. Eğer “İhtilâlcı Proletarya”, sürekli olarak kendisine “Mao Zedung Düşüncesi” taraftarlarını hedef almasaydı ve tekrar tekrar aynı sözlerle bu çizgiyi eleştirmeseydi, kendisini daha fazla tanıtma imkânına sahip olabilirdi.
Teoride, en yetkin durumdan elbette bu aşamada söz edilemez. Fakat, asgari teorik bir düzey, elbette ki gereklidir. Bunun altına düşüldüğünde, henüz ortaya çıkılamaz.
Zamanı, yaptığımız işe uydurmasını bilemiyorsak, bu konuda da, kendimizi eğitmemiz ve profesyonel bir disiplin içerisine sokmamız gerekir. “TİKB”nin zaman verecek bundan başka ne işi olabilir ki?
Bu konulardaki eksiklikler, bir çok yanlışın bulunmasına ve örgütlenmenin en temel meselelerinde çelişkili sözler söylenmesine yol açıyor.
“Önsöz”de daha ileride “TİKB, “Mao Zedung Düşüncesi”ni savunanları dize getirdiğini açıklıyor ve diyor ki: “Çizgimizi her türden revizyonizme karşı, “Mao Zedung Düşüncesi”nin devrimci inkârı ve proleter sosyalizmi temelinde inşa ediyoruz ve edeceğiz.” Ardından, “dünya komünist hareketinin, AEP’nin safında” olduklarını söylüyorlar. En sonunda da, “yüreğinde devrim ateşi taşıyan” devrimcileri, “TİKB’nin bayrağı altında” toplanmaya çağırıyorlar.
“Mao Zedung Düşüncesi”nin devrimci inkârı nereden doğuyor? Anlaşılan bu, “TİKP”nin öz eleştirisidir. Peki daha yakın zamana kadar, bu düşünceyi, bu gün saldırdıkları oranda savunmuş olmalarını nasıl izah edebilirler?
Dünya komünist hareketini, Arnavutluk Emek Partisi (AEP) ile özdeşleştirmek, doğru değildir. “AEP ve liderleri saygı değer olmakla birlikte, gösterildiği gibi, dünya komünist hareketinin merkezi değildirler. Böyle bir düşünce tarzı, onları daha önceki “Mao Zedung Düşüncesi” bağnazlığına götürmektedir. “Komünist enternasyonal” bu günkü şartlarda, Komintern dönemlerinde olduğu gibi düşünülemez. Ne yazık ki, dünya komünist hareketinin merkezî birliği yoktur ve “AEP” de, böyle bir hareketin merkezi değildir.
“TİKB”, bayrağı altında toplanmaları için, devrimcilere çağrıda bulunuyor. Biz kendilerine soralım: “Yürekleri devrim ateşiyle” yansa da, bu çağrı bu şekliyle kendilerine yapılsaydı, o bayrağın altında toplanırlar mıydı? Yoksa böyle bir amatörlük karşısında, karşıdakileri dostça uyarırlar mıydı?
“Çağımız Kapitalizmden Komünizme Geçiş Çağıdır” başlıklı bölümde, “Amerikan emperyalizmi” ve “Sovyet Sosyal emperyalizmi” hakkında görüşlere yer verilirken, “eşit derecede tehlikeli” ve “halkların baş düşmanlarıdırlar” denilmektedir.
Biz, böyle sahte komünistlerle, enternasyonal plâtformda birleşmeyi reddederiz. Onunla, ülkemizdeki yardakçılarıyla ve en geniş anlamda ise, revizyonizme hayat veren bütün unsurlarla mücadeleyi zorunlu bir görev biliriz.
Fakat biz, devrimci hareketimize düşman hedef olarak ABD emperyalistlerini alacağız. Ve mücadelemizi fiilî olarak bunlara yönelteceğiz. Çünkü Türkiye’de fiilen hakim durumda bulunanlar bunlardır. ABD emperyalizminden, tehlike olarak söz edilemez. Alabildiğine sömürmenin ve bu sömürüyü gerçekleştirmek üzere, her türlü araca sahip olmanın yarattığı durum, somut bir durumdur. Sovyetler Revizyonizmine ise, muhtemel bir tehlikeye karşı, uyanık olma sorumluluğumuz vardır.
“TİKB”nin yukarıdaki sözleri, onun hâlâ tam manâsıyla, “Mao Zedung Düşüncesi”nin ideolojik çemberinden kurtulamadığını göstermeye yetmektedir. Eğer bu “iki süper devlet” tezi geliştirilirse, şüphe yok ki, ulaşılacak nokta, reddettiklerini söyledikleri “üç dünya teorisi” olacaktır.
Biraz ileride de, proletarya enternasyonalizmi konusunda, şunlar söylenmektedir:
“Her türden revizyonizmin cirit attığı ve dünyamızda yarattıkları karmaşaya rağmen Enver Hoca’nın, önderliği altındaki AEP ve dünyanın her kıtasına yayılmış bulunan Marksist-Leninist öncü partiler cesurca ve kararlılıkla Marksizm-Leninizmin, devrim ve sosyalizmin kızıl bayrağını yüksekte tutmaktadırlar.”
Sadece hamasî deyişlerle bir olayı inandırıcı bir şekilde açıklamak mümkün değildir. Devrim yapmış bir halkı ve onun partisi ile önderlerini inkâr etmek bizden uzak olsun. Biz Çin devrimini de, kendi karakteri içerisinde hak ettiği yere koyarız. “Millî Demokratik” Çin devriminin hazırlanmasında ve bunun başarılmasında yer alan Çin Komünist Partisi ve lideri Mao’da; ne Menşevik bir parti gibi, ne de Troçki gibi eleştirilemez. Fakat biz eleştirilerimizi, hain Çu-En-Lay revizyonizmi ve bu gün haleflerinin yönettiği partiye yönelteceğiz.
Meseleleri doğru değerlendirdiğimiz zaman, devrimci bir gelişme sağlayabiliriz. Soruyoruz: “AEP” çizgisindeki hangi partiler “dünyanın her kıtasına yayılmış ve Marksizm-Leninizmin, devrim ve sosyalizmin kızıl bayrağını” yüksekte tutmaktadırlar? Kendimize hayaller yaratmaktan vaz geçemezsek, kısa bir süre sonra, ihtilâlci umutlarımızın yok olmasından endişe duyarız.
“Türkiye’nin Sosyo-Ekonomik ve Siyasi Gelişimi” bölümünde, çelişkili açıkamalar bulunmakla birlikte, Türkiye’nin 1950 yıllarına kadar, genel hatlarıyla bizim de katılabileceğimiz bir analizi yapılmış. 1950’den sonrası için, yanlış gözlemi, şöylece düzeltebiliriz:
1950-1960 arasında, Türkiye ABD emperyalizminin sömürüsü altına girdikten sonra, emperyalizme bağımlı kapitalizm gelişme göstermiştir. Böyle bir gelişme, hâkim durumdaki eski üretim ilişkilerine ve onun siyasî devlet biçimine uygun düşmüyordu.
27 Mayıs 1960 hareketi, gelişen bir sınıfın, yani emperyalizme bağımlı burjuvazinin, toprak ağalarının hakimiyeti altındaki devlete, askeri bir darbe yoluyla el koymaları şeklinde açıklanabilir. Bu, aynı zamanda, 1876’dan beri süren, 1908’de ve 1923’de çok önemli atılımlar yaparak gelişen emperyalizme bağımlı burjuvazinin, devleti ele geçirmesi ve kendisine tabi kılması mücadelesinin izlediği sürecin de bir ifadesi olur.
Toprak ağalığını geriletip siyasî iktidarı tam olarak ele geçirmeye çalışan emperyalizme bağımlı burjuvazi, halk yığınlarının desteğine muhtaç olduğu için, 27 Mayıs 1960’tan sonra, liberal bir anayasa ile ortaya çıkmıştır.Bu anayasa, geçici olarak kısmî bir özgürlük ortamı getirmiş ve devleti, kısmen demokratik bir görünüme büründürmüştür. Çünkü, burjuvazi, kendisi gelişirken, vaz geçilmez olarak proletaryayı da geliştirmiştir. Her türlü ilerici hareketin candan düşmanı olan emperyalizme bağımlı faşist burjuvazi, yığınların devrimci hareketleri karşısında, siyasî hakimiyetini koruma yolunu, toprak ağalarıyla ittifakta bulmuştur.
27 Mayıs 1960 askeri darbe hareketi, emperyalizme bağımlı burjuvazinin, toprak ağalarına karşı siyasî hareketidir. Bu hareketi destekleyenler arasında, Vehbi Koç ve Hacı Ömer Sabancı başta olmak üzere, emperyalist işbirlikçisi bir çok burjuva gösterilebilir. 55 toprak ağasının sürülmesi de, buna bir kanıt teşkil eder. Hareketin fiili gücü, NATO emrindeki ordudur. Siyasî dayanak, burjuva Cumhuriyet Halk Partisi’dir.
Bir sosyal hareket olarak, 27 Mayıs askeri darbe hareketinin, şu ve ya bu ölçüde, İnönü-Bayar çekişmesi biçiminde ele alınması, toplum tarihini kişilerin yaptığı hakkındaki burjuva görüşlere, haklılık kazandırmak olmaktadır.
“İhtilalci Proletarya” adlı yayın organının içindeki başlıklardan birisi de şöyledir: “Türkiye Yarı-Sömürge, Geri Kapitalist Bir Ülkedir”.
Böyle bir başlık”TİKB”nin görüşlerinin eni-sonu onları “MDD” stratejisinin bir kolunu oluşturmaya götüreceğini açıkça göstermektedir.
Emperyalizme bağımlı kapitalizm, sömürgeciliğin en yeni ve en son biçimidir. Elbetteki bu kapitalizm geri kalmaya mahkûmdur. Yalnız, bu sömürgecilik biçiminin ayırdedici özelliği, kapital ihracının en gelişmiş şekle ulaşmış olmasıdır. Yani artık, sömürülen bu bağımlı ülkelerde, meta üretimi, şartların elverdiğince genişletilmiştir. Burada mesele, üretimin montaj sanayiine dayandırılmış olması değildir. Bu, meselenin bir başka ağırlık noktasıdır. Önemli olan, böyle ülkelerde kapitalist üretim tarzının, hakim üretim tarzı olup olmadığıdır. Türkiye’de, emperyalizme bağımlı kapitalist üretim tarzı hakimdir.
Emperyalizme bağımlı kapitalizmin gelişmesi, emperyalist kapitalizmin denetimi ile sınırlıdır. Bu sebeple, burjuvazinin üretici güçleri geliştirmedeki tarihî ilericiliğinden mahrumdur. Serbest bir gelişmesi yoktur. Ayrıca, yeterli derecede iç dinamiğe sahip olamadığı için de, kendisinden önceki üretim tarzını, bir devrim ile yok edebilmiş değildir. Toprak ağalığının gelişmeyi köstekleyici karakterine rağmen, tasfiyesi, tedrici bir biçimde ve biraz da tarihe havale edilerek gerçekleştirilmektedir.
Emperyalizme bağımlı bir kapitalizmin, sömürülen ülkelerde, ileri ve gelişkin bir yapıya ulaşması mümkün değildir. Bu sebeple, Türkiye’deki kapitalizme, hiç bir zaman ileri diyemeyeceğiz. Bazı mantıklara göre, sosyalist bir değişme için, kapitalizmin gelişmesini beklemek gerekir. Bunlar için, toprak ağalığının tasfiyesi yeterlidir. Bazılarına göre de, millî bir kapitalizmi geliştirerek sosyalizmin yolu açılır. Bunlar ve benzerleri, geri kalmış düşüncelerdir. Türkiye’de kapitalizmin, hakim üretim tarzı olduğunu kabul etmek, aynı zamanda, Türkiye’de emek ve kapital çelişkisinin ve sınıflar arasında, proletarya ile burjuvazinin çelişkisinin hakim olduğunu kabul etmek demektir. Yani, emperyalizme bağımlı kapitalizme karşı, millî kapitalizmin değil; sosyalizmin çelişkisinin hakim olduğunu kabul etmek demektir.
Hem emperyalizme bağımlı kapitalizm hakim üretim biçimidir denilecek, hem de sonra, devrimin muhtevası, toprak devrimine çevrilecek. Bu olmaz! Bu gün artık, topraktaki sömürü çelişkisinin çözümü, yani toprak devrimi, proletarya ihtilâline bağımlı olarak düşünülmelidir. Çözüm, proletarya ile yoksul köylülüğün siyasî iktidarı içerisinde aranmalıdır.
Bir büyük yanlış da, emperyalizme karşı mücadeleyi, millî bir mücadele çerçevesi içerisinde düşünmektir. Emperyalizmi, kapitalizmin bir aşaması, enternasyonal kapitalizm olarak görememek demektir. Konuya, ileride gene döneceğiz.
“Türkiye Devrimi Anti-Emperyalist Demokratik Halk Devrimi Aşamasındadır” başlığı altında, “TİKB” şu görüşlere yer veriyor:
“Ülkenin sosyo-ekonomk gelişme düzeyi ve iktidardaki sınıfların niteliği sosyalist devrimin proletaryanın acil hedefi olarak gündeme getirilemeyeceğini gösterir. Devrim güçlerinin bileşimi sosyalist görevlerle anti-emperyalist ve demokratik görevlerin içiçe yürütüleceği bir nitelik taşımaktadır. Devrimin bu aşamadaki karakteri; stratejik plandaki görevlere, karşı-devrim kampındaki sınıf düşmanlarının bileşimine ve proletarya ile köylülük arasındaki temel ittifaka uygun olarak belirlenmektedir. Ülkemiz koşullarında bu ittifak demokrat burjuva, halkçı bir muhteva üzerinde yükselmek durumundadır. Çünkü demokratik ve anti-emperyalist köylü hareketi meta üretimi üzerinde varlığını sürdüren küçük üreticiliğin belirlediği sınırlarla koşulludur. Mevcut sosyo-ekonomik ve siyasî koşullarda millî ve demokratik duygulara sahip geniş halk yığınları, proletaryadan farklı olarak henüz sosyalizme yabancıdırlar. Kırsal alanlarda proletarya ile burjuvazi arasındaki uzlaşmaz sınıf karşıtlığı, ileri kapitalist ülkelerdeki gibi genel plânda bir yanda tarım proleterleri, diğer yanda büyük kapitalist ülkelerdeki gibi genel plânda bir yanda tarım proleterleri, diğer yanda büyük kapitalist çiftlikler, büyük tarım burjuvazisi şeklinde bir sınıf farklılaşması düzeyine ulaşmamıştır. Gerek feodal kalıntıların varlığı gerekse kapitalizmin kırlardaki sığlığı koşullarında ve anlamda emek-sermaye zıtlığının derin bir farklılaşma yönünde geliştiğini, fakat bu düzeye ulaşmadığını göstermektedir.”
“TİKB”nin görüşüne göre, proletarya ile köylülüğün temel ittifakı, “demokrat burjuva, halkçı bir muhteva üzerinde yükselmek” durumundaymış.
“Temel ittifak” kavramı, “TİKB” de ayrı, bizde ayrı açıklamalara tabi tutuluyor. Biz onların aksine diyoruz ki, “temel ittifak”, proletaryayla yoksul köylü arasındaki siyasî ittifakın adıdır. Böyle bir ittifakın temel sebebi de, sosyalizmi kurmaktır. Marksist-Leninist’ler, bu konuda köylülükten söz ederken, onun en alt kategorisinden; yani yoksul köylülükten söz ediyorlardır. Halbuki, “TİKB”nin sözünü ettiği ve temel ittifakçı olarak seçtiği köylü, küçük meta üreten, burjuva köylüdür. Biz, proletarya ihtilâli mücadelesi içerisinde, bunlarla kurulacak ittifakları, geçici ve sürekli olmayan ittifaklar olarak görürüz.
“TİKB”, “demokratik ve anti-emperyalist köylü hareketi meta üretimi üzerinde varlığını sürdüren küçük üreticiliğin belirlediği sınırlarla koşulludur.” Diyor. Hep böyle oluyor. Teorisyenlerimiz, teorilerini, bir takım mizansenler hazırlayarak güçlendirme yolunu tutuyorlar. Köylü hareketine, neden küçük köylünün hareketi hakim ve öndermiş gibi gösteriliyor? Bu gün de, yarın da, köylü hareketinin başını, tarım proletaryası ve yoksul köylüler çekmektedir ve çekeceklerdir. Türkiye’nin ekonomik, sosyal ve siyasî yapısının ortaya çıkardığı durum budur. “TİKB”nin bu konudaki görüşleri, ancak bir takım mizansenlerle güçlendirilebilir. Bir an önce, Çin devriminin sarhoşluğundan ayılmak gerekir.
“TİKB”, evirip çevirerek, isim değiştirerek, “Millî Demokratik Devrim” görüşünü savunmaktadır. Gerekçeler, basma kalıp ve yavandırlar. “Millî ve demokratik duygulara sahip geniş halk yığınları”ndan söz edilmektedir. Ve bunların, proletaryanın aksine, “sosyalizme yabancı” oldukları söylenmektedir. Bu, objektif durum olarak da böyledir, tarihî olarak da böyledir. En önce, sanayi proletaryası sosyalizmle cihazlanır. Sosyalizm, bu sınıfın bilimidir. Proletarya, sosyalist bilince ve örgütlenmeye kavuşunca, sürekli olarak yapacağı şey, bütün sınıflara sosyalizmi açıklamak olacaktır.En başta da, bu faaliyetini, tarım proleterlerini örgütleyerek yerine getirecektir. Sosyalist bilinçli tarım proleterleri, yoksul köylülüğü çevresinde toplayacak ve bütün köylülük içerisinde, sosyalizmin siyasî propagandasını yapacaktır. Yoksa, mevcut duruma boyun eğerek, “halkçı devrim”in kuyruğuna takılacak değildir.
Ayrıca, toprakta kapitalistleşme, önemli ve geniş boyutlar kazanmıştır. “TİKB” bunu, yazılarında bir çok yerde açıklamış olmasına rağmen, mesele sınıf mevzilenmesine geldiğinde, unutmaktadır. “İleri kapitalist” ülkelerle, kıyaslama yapmaktadır.
Bir düşünce, yanlış bir temel üzerinde yükselmeye başladı mı, artık onu açıklamak için kullanılan bütün diğer düşüncelerde, bu yanlışlığın bir parçası haline gelirler.
“İhtilâlci Proletarya”da, “emperyalizm ile halk yığınları, işbirlikçi tekelci burjuvazi ve toprak ağaları ile halk yığınları arasındaki temel çelişkiler” diye, orijinal bir sosyal çelişkiler tanımlaması görüyoruz. Yukarıda, proletaryanın temel ittifakı ile, geçici ittifaklarının birbirlerine karıştırıldığını görmüştük. Şimdi de, sınıf çelişkilerinin bir yana bırakıldığına ve bütün çelişkilerin halk yığınlarıyla ve hepsinin de, temel çelişki olduğu gibi bir tezin geliştirildiğine şahit oluyoruz.
Biz, Türkiye’de proletarya ihtilâlinin izleyeceği yolu, “halkçı” siyasetlere karşılık, şöyle açıklıyoruz:
Proletarya partisi, amaç olarak komünizme ulaşabilmek gibi esaslı bir gayenin savunucusu, takipçisi ve mücedelecisidir. Sınıf mücadelesinin kanunlarına uygun olarak, komünizme ulaşabilmek için parti, bu süreç içerisindeki aşamalara uygun programlar hazırlarlar. Bu programlar, başlıca azamî ve asgari programlar olarak ayrılırlar. Azamî program, bütün komünist partilerde aynıdır. Ve sosyalizmde ifadesini bulur. Asgari program ise, sosyalizme geçişteki özel durumları içerir.
Türkiye’de ihtilâlci proletarya partisinin kendisine alacağı asgari program, sosyalizme geçişteki mücadele sürecini belirleyen, “Bağımsızlık ve Demokrasi” programıdır. Bu, bir geçiş programıdır. Ve hiç bir komünist parti de, örgütlenmesine temel olarak, bu geçiş programlarını alamaz. Eğer, asgari programına göre örgütlenmesinin temelini kurarsa, o parti, esas gayesi olan sosyalizmi gerçekleştirme imkânını bulamaz. Kısaca, parti örgütlenmemizin temelini, ”Bağımsızlık ve Demokrasi” programına uydurma eğilimini taşıdığımızda, partimiz ve onu yaratan bizler; bir sosyalist gibi hareket etmiş olmayız. Bizim, parti örgütlenmemizin temelini, komünizme ulaşabilecek bir tarzda, “Bağımsızlık ve Demokrasi” programını en tam uygulayabilecek ve “Sosyalist” programa geçmekte, önündeki bütün engelleri yıkabilecek, azamî programa uygun bir siyasî örgütlenmeye dayandırmamız gerekir.
Eğer parti, “Bağımsızlık ve Demokrasi” programına göre örgütlenirse, “Sosyalist” programı uygulayabilecek aşamayı gerçekleştiremeyecektir. Burada, programın uygulanmasını sağlayacak olan siyasî iktidar meselesi önem kazanmaktadır. O gün siyasî iktidarda kimlerin boy göstereceği de, bu günkü örgütlenmeye bağlıdır. “Bağımsızlık ve Demokrasi” programının en tam ve her gün sosyalizme doğru ilerleyen uygulamasını, sadece proletaryanın ihtilâlci partisinin öncülüğünde, proletaryanın yoksul köylü ile ittifakından doğan ve sınıf diktatörlüğüne dayanan bir siyasî iktidar gerçekleştirebilir. Böyle bir siyasî iktidarın dışında, hiç bir “halkçı” iktidarın, bu programı uygulama yeteneği yoktur ve olamaz da.
“Bağımsızlık ve Demokrasi” programı tek başına ele alındığında, çağımıza göre, tam tamına “küçük burjuva radikal” bir programdır. Bu programa göre örgütlenmek, ihtilâlci proletaryanın “sosyalist” örgütlenmesi temelinde, taktik bir örgütlenmedir ki, “cephe” örgütlenmesinde ifadesini bulur. Proletarya ile yoksul köylü, proletaryanın ihtilâlci partisi öncülüğünde, bağımsız sınıf siyasetini yürütme mücadelesi vererek, küçük burjuvaziyi, “Bağımsızlık ve Demokrasi” cephesine katmaya çalışır. Cephe içerisinde ise, kendisiyle temelden çelişkili bu sınıfı, ideolojik ve siyasî bakımdan geriletmeye ve ihtilâlin inisiyatifini ele geçirmeye çalışır.
Anti-emperyalizm, sosyalist mücadeleden ayrı düşünülemez. Düşünülemez çünkü, emperyalizm, kapitalizmin doruğu, yani sömürünün enternasyonal biçimidir. Emperyalist sömürünün hakim biçimi, artık-değer sömürüsüdür. Açıktır ki, emperyalizme karşı mücadele, dolaysız olarak, proletaryanın verdiği sınıf mücadelesinin ta kendisidir. Bunun yanı sıra, emperyalizm, bütün ülkeyi de sömürmektedir. Bu yapısıyla da, bu sömürü en geniş yığınları içerisine almaktadır. Gene aynı şekilde, emperyalizme bağımlı kapitalist sistem, kendi iç dinamizmi ile gelişmediği için, toprak ağalığını tasfiye edebilmiş değildir. Bu yüzden de, demokratik devrim tamamlanmamıştır. İşte bu sebepledir ki, burjuvazinin alt kategorileri, bu “bağımsızlık ve Demokrasi” mücadelesine katılırlar. Yalnız dikkat edelim ki, orta ve küçük burjuvalar, emperyalizmin temsil ettiği kapitalizme karşıdırlar (Kapitalist sisteme değil). Gene aynı şekilde, emperyalizmin ve ona bağımlı burjuvazinin yaşattığı toprak ağalarına da karşıdırlar. Çünkü toprak ağalığı, kapitaizmin serbestçe gelişmesini engelleyicidir.
Bu devrimde proletaryanın rolü, sadece “Bağımsızlık” ve Demokrasi” programlı devrimci hareketi gerçekleştirmek değil; bu devrimi, kendi sınıf menfaatlerini temsil eden “Sosyalizm”e geçişte, bir araç olarak kullanmaktır. Mesele, bu devrimi yaratıp, yaşatmak değildir. Proletarya için mesele, bu devrimi yarattıktan sonra, hemen yeni bir siyasî devrim ile yok etmektir. Bunun uygulanmasını şöyle açıklayabiliriz.
Proletarya, komünist parti örgütlenmesini yaratıp geliştirirken, emperyalizme ve onunla işbirliği içerisinde bulunan sınıflara karşı da, “Bağımsızlık ve Demokrasi” şiarlı bir geniş “halk cephesi” yaratılmasına çalışır. Fakat, bu cephe içerisinde bulunmakla birlikte, bağımsız sınıf siyasetini de, cephenin müttefiklerine karşı titizlikle korur. Bu bağımsız siyasetin tabiî sonucu olrak da, cephe içerisinde önderliği ele geçirmenin mücadelesini verir. Bunun başarısı, proletaryanın, yoksul yığınları, kendi siyasî çatısı altında toplamasıyla eş anlamlıdır.
Proletarya, ihtilâlci partisinin öncülüğünde, yoksul köylü yığınlarıyla temel bir ittifak kurarak, devrimin geçici müttefiklerine karşı da güçlenir. İhtilâlci proletarya bilir ki, yoksul köylülüğün dışındaki geçici müttefikleriyle temelde ayrılmaktadır. Onları belli bir süre ve bu süre içinde belli zamanlarda bir araya getiren sebep, bu geçici müttefiklerin de, emperyalizme ve onunla işbirliği içinde bulunan sınıflara karşı çelişkilerinin (Bunlar, farklı çelişmelerdir.) bulunmasıdır. Yoksa, geçici müttefik diye adlandırdığımız, burjuvazinin bu alt kategorileri ile proletaryanın arasında, “temel bir çelişki vardır. Bu çelişki, bütün mücadele boyunca, ta ki, proletarya onu yok edene kadar sürecektir.Bütün bu mücadele içerisinde, proletarya hiç bir zaman “Bağımsızlık ve Demokrasi” şiarını tek başına kullanmayacak ve “Sosyalizm için Bağımsızlık ve Demokrasi” şiarını dilinden düşürmeyecektir.

İKİNCİ BÖLÜM

“Orak Çekiç”, Türkiye İhtilâlci Komünistler Birliği Yayın Organı”dır. Siyasî gazete görevi gören bu teksir yazılarında, “TİKB”nin mücadele siyaseti yansıtılmaktadır. Biz, “Orak-Çekiç”, adlı yayın organını okurken, önemli bulduğumuz aşağıdaki tespitleri yaptık:
Bu yayın organının, “Faşist Diktatörlüğün Azgınlaşan Saldırılarına Karşı Örgütlenelim Silahlanalım” başlığı altında yayınlanan ilk yazısından, şunları okuyoruz: (Sayı 1 – 1 Nisan 1979).
“Günümüz şartlarında, partinin inşası ile anti-faşist cephenin kurulmasını, önce parti, sonra cephe biçiminde ele almak dogmatizmin ürünü, teslimiyetçiliğin bir ifadesidir.”
“Orak-Çekiç”in Mayıs 1979 2. Sayısında, “Türkiye’nin Çeşitli Milliyetlerden Yiğit İşçileri, Köylüleri: Faşist Diktatörlüğü Yıkmak için Devrim Yolunda Birleşin!” ana başlığı ve “Anti-Faşist Mücadele” ara başlığında da şunlar yer alıyor:
“Türkiye’nin bu günkü koşullarında somut ve pratik bir adım olarak anti-faşist halk cephesinin kurulması, anti-faşist mücadelenin ve bir bütün olarak sömürü ve zulüm düzenine karşı mücadelenin seyri içerisinde gerçekleşecektir.Çünkü bu gün her şeyden önce cephenin önder ve örgütleyici gücü M-L parti yoktur ve bunun yaratılması komünistlerin önünde duran esas görevdir.”
Bir ay arayla yayınlanan iki sayı arasındaki bu çelişki, komünist öncü örgütü yaratacaklar için, ne kadar da büyük bir talihsizliktir. Okuyucu, bu çelişki karşısında, ister istemez,”Orak-Çekiç” mensuplarının, düşüncelerinde bağnaz ve anlatımlarında küfürbaz olduğu sonucuna varacaktır. İkinci sayıda, birinci sayıdaki düşüncelerinin tersini söyleyen “Orak-Çekiç”in, yanlış bir düşünceyi nasıl sövgülerle empoze etmeye uğraştığını, okuyucu gözden kaçırmayacaktır.
Gerçek cephe hareketleri, sınıfların ve zümrelerin siyasî partilerince gerçekleştirilir. Hiç bir sınıf ve ya zümre, hiç bir aktif cephe hareketine, siyasî örgütü olmadan, gerçek bir şekilde katılamaz. Sınıftan çeşitli düzeylerde katılmalar olsa da, bunlar, kendi dışlarında ve başka bir sınıfın siyasetine tabi olmaktan kurtulamazlar.
“Faşizm”e karşı kurulacak bir cephenin, “anti-emperyalist” olmaması imkânı var mıdır? Faşizmin doğru değerlendirmesini yapabilen, kimse, mutlak olarak, onun emperyalizmin bir ürünü ve bu dönemin bir siyasî devlet biçimi olduğu gerçeğini gözlerden uzak tutamaz: Ayrıca, anti-emperyalist ve anti-faşist cepheler, silahlı direniş cepheleridir. Proletaryanın siyaseti dışında, burjuva alt tabakaların hangi siyasetleri, silahlı direniş cephesinin önderliği sorumluluğunu yüklenebilir? Onlar ancak, cephenin tabiî öncüsünü arkasından hançerlemenin kurnaz hesabı içinde olabilirler. Bu cephe ancak, proletaryanın komünist partisi öncülüğünde ve proletaryanın sosyalizm hedefi doğrultusunda tutarlı ve sonuç alıcı bir mücadele cephesi olacaktır.
Şimdiye kadar, cepheye öncülük etmek iddiasıyla, bir çok küçük burjuva siyaseti ortaya atılmıştır. “TKP” bu konuda orijinal bir örnektir. Onlar, ekonomizm siyaseti ile bir cephe tasarlamışlardır. Bu, tam bir revizyonist siyasete yakışır şekildir. “DİSK” ve “Türk-İş”in yöneticiler düzeyinde birliğini savunmuştur. Bu birlik çerçevesi içerisinde de, hoşnutsuz çevrelere çağrılar yapmıştır. Gerçekleşemeyen bu sözde “Ulusal Demokratik Cephe”, “faşizme karşı olan, temel özgürlüklerden yana burjuva partilerinin cepheye katılması”nda da faydalar görür.
İşin daha da önemli yanı, “TKP” cepheyi, “Milliyetçi Cephe” (MC) hükümetini yıkma hedefiyle ve amacıyla da sınırlar. Onlar, bu cephe herzesini ortaya attıktan bir kaç ay sonra, “MC” hükümeti, parlamentoda devrilir. CHP, Adalet Partisi’nden (AP) satın aldığı 11 milletvekili ile, “MC”yi yıkmak için, hiç de cepheye ihtiyaç olmadığını açığa çıkarmıştır.
Demokratik örgütlerin birliği temelinde de “cephe” çalışmaları oldu. Fakat ekonomik düzeyde örgütlenebilmiş meslek örgütlerinin, artık pekte geçerliliği kalmayan eylem biçimleriyle, cephe tarzında bir mücadeleyi kaldırmaya elverişli olmadıkları ortaya çıktı.
Hemen her siyasî grup, cepheleşme fikrini ortaya attı. Resmî sol partiler ve diğer siyasî gruplar... Hepsi de büyük iddialarla ve cepheye önderlik edeceklerini iddia ederek. Fakat açığa çıktı ki, hepsinin örgütlenmelerine temel olan, küçük burjuva aydınlardır. Bu gün artık şunu anlayamamak, ahmaklıktan başka bir şey değildir. Proletaryanın siyasî örgütlenmesinden, dolayısıyla; siyasî proletaryadan yoksun cephe girişimleri, sadece hayal kırıklığıyla son bulabilir.
Köylü devrimciliğinin ulaştığı nokta olması bakımından, ibret verici bir örnek de, şüphe yok ki, Türkiye İşçi Köylü Partisi’nin (TİKP) cephe teklifidir. Bu milliyetçi akım diyorki, “Devletin bağımsızlığını” korumak için, Cumhuriyet Halk Partisi, (CHP) Adalet Partisi, (AP) ve Millî Selâmet Partisi (MSP) “Millî Birleşik Cephe”yi kurmalıdırlar .Bu “Millî Birleşik Cephe”, “toprak ağalarına dayanmış Milliyetçi Hareket Partisi”ne ve elbette ki, “Rus emperyalistleri”ne karşı kurulacaktır. Rezillik ve hainlik:
“Orak-Çekiç’in 2. sayısında ve yukarıda sözünü ettiğimiz yazıda, şunlar da söyleniyor:
“Anti-Faşist halk cephesine yönelik adımlar atılmalıdır. Çeşitli anti-faşist güçlerle oluşturulacak “eylem birlikleri” bunun ilk adımı olmalıdır. Ancak “eylem birlikleri” oluşturulurken, birincisi ilkesiz ve neye hizmet ettiği belli olmayan birliklerden, ikincisi ise grupçuluk ve sekterlikten kaçınılmalıdır.”
Bu sözlerle cephe fikri iyice karikatürleşiyor. Birincisi, “ilkeli eylem birlikleri” oluşturmak, “ilkeli siyaseti” gerektirir. Halbuki, cepheye doğru adım attığını söyleyen “TİKB”nin, pratikte kanıtlanmış bir sınıf siyasetine sahip olduğu söylenemez. İkincisi, “TİKB”, cepheyi silahlı bir kaç grubun birleşmesi şeklinde düşünmektedir ki, gençlik grupları içinde sözü çok edilen “grupçuluk ve sekterliği”, büyük bir dezavantaj olarak gösteriyor. Bilmiyor ki, cephe içerisinde, değil grupçuluk, en sert sınıf siyasetlerinin çekişmesi vardır. Burada, sekterlik bile hafif kalır. İşte bu gerçeği görebildiğimizden, daha önce de proletaryanın cephe içerisinde, kendi siyasetini hakim kılmanın mücadelesini yürütmesi ve küçük burjuva bütün siyasetlere karşı muzaffer olması zorunluluğundan söz ettik.
“Orak-Çekiç”in 1. sayısında, “Halkın Devrimci Şiddeti Faşist Diktatörlüğünü Yıktı” başlığı altında yayınlanan yazıda, İran devriminden söz ederken, “iran İşçilerin Köylülerin Komünist Partisi” (İİKKP)’nin, devrimin proleter muhtevasını yaşattığı ileri sürülüyor. Biz, “İİKKP” hakkındaki bu kadar derin bilgiyi, “Orak-Çekiç”ten alıyoruz. Diliyoruz ki, söylenenler gerçektir. Fakat bu gerçek olsa bile, iran’daki bu devrimde, “Halkın Fedaileri” ve “Filistin Kurtuluş Örgütü”nün adlarının geçmemesi, bu olaya tam olarak bakılmadığını gösterir.
İran’daki yarım burjuva demokratik devrim, henüz Şah’lığı yıkmaktan ötede bir başarı sağlamış değildir. Bu da büyük başarıdır. Fakat bu devrim, ileriye doğru gelişme imkânlarına bu süreci izleyerek sahip olamaz. Bu gün siyasî iktidarı ellerine geçirenler, islam dini ideolojisine sahiptirler. İslam emperyalizmi hayali peşinde koşmaktadırlar. Onlar, ABD emperyalistleriyle tam olarak hesaplaşma yoluna gitmemişlerdir. Emperyalist dünyadan istedikleri, kendi iç işlerine karışmamalarıdır. Yoksa, emperyalist sistemi reddeden kesin bir tavırları yoktur. Humeyni ve Ayetullah’lar, gerici din ideolojisini, bölgede pratik bir hareket haline getirmeye çalışmaktadırlar. Bölgede, nispeten ileri sayılabilecek olan Irak ve Afganistan’da, sürekli olarak gerici tahriklere baş vurmaktadırlar. İçeride, mezhep ve milliyet ayrılıklarını körüklemektedirler. Komünizm düşmanlığı, Şah düşmanlığından daha ileridedir. İran’da gericilik kılık değiştirmiştir. “Şah” gitmiştir, “Şıh” gelmiştir.
Proletarya İran’da, kendi kaderini belirleme safhasındadır. Bu yarım devrimi, sosyalist devrime dönüştürmelidir. İran’da “bağımsızlık ve demokrasi” ancak proletarya ve yoksul köylülüğün siyasî iktidarında gerçek anlamını bulabilir ve iran devrimi, ancak böylece tam bir devrim haline gelebilir.
“Orak-Çekiç” 2. sayısında, 1 Mayıs 1979’da çeşitli çalışmalar yaptığını açıklayarak, “Devrimci” 1 Mayıslar, Faşizm ve Tüm Gericiliğin Cenaze Töreni Olacaktır!” başlığı altında şunları söylüyor:
“1 Mayıs’ta Adana’da devrimci proletaryanın kızıl bayrağı yükseklerde dalgalandırıldı. Türkiye ihtilalci Komünistler Birliği, gelecekte yüzbinlerce işçi ve emekçinin katılımıyla gerçekleşecek devrimci 1 Mayıs fırtınalarının müjdecisi, çekirdeği niteliğinde gerçek bir proleter ihtilalci gösteri düzenledi.”
“Adana’da faşist yasalar çiğnenerek, sıkı yönetim yasakları ayaklar altına alınarak gerçekleştirilen bu devrimci gösteri, tam bir başarıyla sonuçlandı. TİKB’nin onlarca silahlı militanını güvenlik kordonu altında Meydan mahallesi “Pırasa Bahçesi” alanında yapılan bu devrimci gösteri, uzun süreli titiz bir çalışmayla hazırlandı.”
“1 Mayıs günü saat 17.00’de toplanıldı. TİKB’nin silahlı militanları alanın bütün giriş çıkışlarını ve yürüyüş güzergahını tam olarak denetim altına almışlardı. İkiyüz ihtilâlci, üzerine TİKB amblemi işlenmiş büyük bir kızıl bayrağın arkasında yürüyüşe geçti.”
“... Yürüyüş boyunca, “Yaşasın TİKB”, “Azmi Yoldaş Ölmez” başta olmak üzere TİKB’nin devrimci sloganları haykırıldı. Yürüyüş sırasında gelen iki polis ekibi TİKB militanlarının aldıkları tedbir ve kararlı tavırları karşısında geriye dönüp kaçtılar.”
“... Adana’daki kıvılcım, Türkiye’yi bütünüyle saracak ihtilalci bir yangın olacaktır.”
“TİKB”nin yayınlarında, pratiğe ilişkin en önemli eylem olarak, Adana’daki 1 Mayıs gösterisi yer almaktadır. Burjuvaziye karşı yöneltilen her eylemi, büyüklüğüne ve ya küçüklüğüne bakmadan, takdirle karşılarız. Fakat, olayın genel hareket içerisindeki yerini tespit ederken, onu bir çok yönden inceleriz.
1979 1 Mayıs’ı, proletarya hareketini yönlendirdiğini iddia eden bütün siyasî hareketler için, tam bir yenilgidir. Özellikle de, revizyonizm ve reformizm için fiyaskodur. Ekonomizmi siyasetlerinin temeli haline getirip, proletaryanın örgütlenmesini sendikalist düzeyde ele alanlar, proletaryayı gerilere çekmeye uğraşanlar, bu 1 Mayıs’ta, siyasetlerinin iflas etmiş olduğunu görmüş olmalılardır.
1 Mayıs’larda Taksim meydanında toplanmayı kendileri için zafer sayan revizyonistler ve reformistler, bu yıl burada toplanmamışlardır. Gerçi, toplanmış olsalardı da, proletaryanın devrimci hareketine, kayda değer önemde bir fayda getirmiş olmayacaklardı. Çeşitli kategorilerden, düzenden hoşnutsuz meslek gruplarının ve gençlik yığınlarının önemli kısmını oluşturduğu kalabalık içerisinde, DİSK’e bağlı işçilerin gene azınlıkta olduğu görülecekti.
Taksim meydanının adını, 1 Mayıs olarak değiştirmeyi, yıllardır mücadelelerinin temeli haline getirenler ve bu uğurda, onlarca kişinin ölümüne sebep olanlar, sıkı-yönetim karşısında boyun eğdiler. Bir kısmı, burjuvazinin buyur ettiği İzmir’e giderken, diğer bir kısmı, sıkı-yönetimin kelepçelerine ellerini uzattılar. Kimileri, de acz içinde, ucuz kahramanlığı eylem diye sundular. Neticede bunların hepsi, meydanı terkettiler.
Onların şimdiye kadar uygulayageldikleri siyaset şunu gösterdi ki, gerçekte proletaryaya, devrimci bir siyasî bilinç götürememişlerdir. 1 Mayıs’larda proleterler, ne sadece bir alanda hapsolunarak, nutuk dinlemekle mücadele etmiş olurlar; ne de 1 Mayıs’lar, sadece İstanbul proleterleri içindir.
Proletaryanın 1 Mayıs’ı ihtilâlci bir tarzda yaşatmasının yegâne yolu, onun komünist bilince ulaşmasıyla mümkün olur. Proletaryanın komünist bilince sahip olması da, onun bir komünist partiye sahip olması ile açıklanabilir. Bu günkü şartlarda, Markist-Leninist gruplar, ancak devrimci tarzda, mahallî eylemler ortaya koyabilmektedirler. Bu elbette bir şeydir. Fakat çok şey ve her şeymiş gibi göstermek, gerçeğe uygun değildir. Ayrıca yapılacak hareketlerin, ihtilâlci bir hareket olarak değerlendirilmesi, sadece kanunları çiğnemekle açıklanamaz. Proletaryanın rejime karşı yürüttüğü neredeyse bütün hareketler, kanunları çiğnemek zorundadır.
“TİKB, hareketini, yukarıda “Orak-Çekiç”ten aktardığımız şekilde açıklamaktadır. Burjuvazinin kanunlarını çiğnemekle iyi etmiştir. Bu, biçim olarak legalizmin boyun eğiciliğini reddetmektir. Bundan ötede yapılan nedir?
Çok sayıda pul, bildiri ve 1 Mayıs yayınları dağıtılmıştır. Örgüt hücrelerinde toplantılar düzenlenmiştir.
İki yüz kişilik bir grup, yarım saatlık bir yürüyüş yapmıştır. Yürüyüş boyunca, “Yaşasın TİKB”, “Azmi Yoldaş Ölmez” başta olmak üzere “TİKB”nin devrimci sloganları haykırılmıştır. Bu arada, iki polis ekibi olay yerin gelmiş ve korkup kaçmışlardır.
Önce, “TİKB”, kendisini o kadar büyütmesine karşılık, 1 Mayıs eylemi olarak, bütün Türkiye’de, sadece bunu yapmıştır. Bu kadar büyütülen bu hareket, bir mahalle halkı önünde yapılmıştır.
“Yaşasın TİKB” ve “Azmi Yoldaş Ölmez” gibi sloganların hakim olduğu yarım saatlık bir gösteride, “TİKB”nin devrimci sloganları”ndan, izleyicilerin kulağında hangisi kalmıştır?
Gerçekten, “onlarca silahlı militan”ın koruduğu iki yüz kişilik gösteriye, faşist devletin gücü yetmemiş midir?
Bütün bunlar, şu sözleri söylemek için yeterli midir?
“Adana’daki kıvılcım, Türkiye’yi bütünüyle sarsacak ihtilâlci bir yangın olacaktır.”Haziran 1979