Wednesday, May 17, 2006

İKİNCİ BÖLÜM

“Orak Çekiç”, Türkiye İhtilâlci Komünistler Birliği Yayın Organı”dır. Siyasî gazete görevi gören bu teksir yazılarında, “TİKB”nin mücadele siyaseti yansıtılmaktadır. Biz, “Orak-Çekiç”, adlı yayın organını okurken, önemli bulduğumuz aşağıdaki tespitleri yaptık:
Bu yayın organının, “Faşist Diktatörlüğün Azgınlaşan Saldırılarına Karşı Örgütlenelim Silahlanalım” başlığı altında yayınlanan ilk yazısından, şunları okuyoruz: (Sayı 1 – 1 Nisan 1979).
“Günümüz şartlarında, partinin inşası ile anti-faşist cephenin kurulmasını, önce parti, sonra cephe biçiminde ele almak dogmatizmin ürünü, teslimiyetçiliğin bir ifadesidir.”
“Orak-Çekiç”in Mayıs 1979 2. Sayısında, “Türkiye’nin Çeşitli Milliyetlerden Yiğit İşçileri, Köylüleri: Faşist Diktatörlüğü Yıkmak için Devrim Yolunda Birleşin!” ana başlığı ve “Anti-Faşist Mücadele” ara başlığında da şunlar yer alıyor:
“Türkiye’nin bu günkü koşullarında somut ve pratik bir adım olarak anti-faşist halk cephesinin kurulması, anti-faşist mücadelenin ve bir bütün olarak sömürü ve zulüm düzenine karşı mücadelenin seyri içerisinde gerçekleşecektir.Çünkü bu gün her şeyden önce cephenin önder ve örgütleyici gücü M-L parti yoktur ve bunun yaratılması komünistlerin önünde duran esas görevdir.”
Bir ay arayla yayınlanan iki sayı arasındaki bu çelişki, komünist öncü örgütü yaratacaklar için, ne kadar da büyük bir talihsizliktir. Okuyucu, bu çelişki karşısında, ister istemez,”Orak-Çekiç” mensuplarının, düşüncelerinde bağnaz ve anlatımlarında küfürbaz olduğu sonucuna varacaktır. İkinci sayıda, birinci sayıdaki düşüncelerinin tersini söyleyen “Orak-Çekiç”in, yanlış bir düşünceyi nasıl sövgülerle empoze etmeye uğraştığını, okuyucu gözden kaçırmayacaktır.
Gerçek cephe hareketleri, sınıfların ve zümrelerin siyasî partilerince gerçekleştirilir. Hiç bir sınıf ve ya zümre, hiç bir aktif cephe hareketine, siyasî örgütü olmadan, gerçek bir şekilde katılamaz. Sınıftan çeşitli düzeylerde katılmalar olsa da, bunlar, kendi dışlarında ve başka bir sınıfın siyasetine tabi olmaktan kurtulamazlar.
“Faşizm”e karşı kurulacak bir cephenin, “anti-emperyalist” olmaması imkânı var mıdır? Faşizmin doğru değerlendirmesini yapabilen, kimse, mutlak olarak, onun emperyalizmin bir ürünü ve bu dönemin bir siyasî devlet biçimi olduğu gerçeğini gözlerden uzak tutamaz: Ayrıca, anti-emperyalist ve anti-faşist cepheler, silahlı direniş cepheleridir. Proletaryanın siyaseti dışında, burjuva alt tabakaların hangi siyasetleri, silahlı direniş cephesinin önderliği sorumluluğunu yüklenebilir? Onlar ancak, cephenin tabiî öncüsünü arkasından hançerlemenin kurnaz hesabı içinde olabilirler. Bu cephe ancak, proletaryanın komünist partisi öncülüğünde ve proletaryanın sosyalizm hedefi doğrultusunda tutarlı ve sonuç alıcı bir mücadele cephesi olacaktır.
Şimdiye kadar, cepheye öncülük etmek iddiasıyla, bir çok küçük burjuva siyaseti ortaya atılmıştır. “TKP” bu konuda orijinal bir örnektir. Onlar, ekonomizm siyaseti ile bir cephe tasarlamışlardır. Bu, tam bir revizyonist siyasete yakışır şekildir. “DİSK” ve “Türk-İş”in yöneticiler düzeyinde birliğini savunmuştur. Bu birlik çerçevesi içerisinde de, hoşnutsuz çevrelere çağrılar yapmıştır. Gerçekleşemeyen bu sözde “Ulusal Demokratik Cephe”, “faşizme karşı olan, temel özgürlüklerden yana burjuva partilerinin cepheye katılması”nda da faydalar görür.
İşin daha da önemli yanı, “TKP” cepheyi, “Milliyetçi Cephe” (MC) hükümetini yıkma hedefiyle ve amacıyla da sınırlar. Onlar, bu cephe herzesini ortaya attıktan bir kaç ay sonra, “MC” hükümeti, parlamentoda devrilir. CHP, Adalet Partisi’nden (AP) satın aldığı 11 milletvekili ile, “MC”yi yıkmak için, hiç de cepheye ihtiyaç olmadığını açığa çıkarmıştır.
Demokratik örgütlerin birliği temelinde de “cephe” çalışmaları oldu. Fakat ekonomik düzeyde örgütlenebilmiş meslek örgütlerinin, artık pekte geçerliliği kalmayan eylem biçimleriyle, cephe tarzında bir mücadeleyi kaldırmaya elverişli olmadıkları ortaya çıktı.
Hemen her siyasî grup, cepheleşme fikrini ortaya attı. Resmî sol partiler ve diğer siyasî gruplar... Hepsi de büyük iddialarla ve cepheye önderlik edeceklerini iddia ederek. Fakat açığa çıktı ki, hepsinin örgütlenmelerine temel olan, küçük burjuva aydınlardır. Bu gün artık şunu anlayamamak, ahmaklıktan başka bir şey değildir. Proletaryanın siyasî örgütlenmesinden, dolayısıyla; siyasî proletaryadan yoksun cephe girişimleri, sadece hayal kırıklığıyla son bulabilir.
Köylü devrimciliğinin ulaştığı nokta olması bakımından, ibret verici bir örnek de, şüphe yok ki, Türkiye İşçi Köylü Partisi’nin (TİKP) cephe teklifidir. Bu milliyetçi akım diyorki, “Devletin bağımsızlığını” korumak için, Cumhuriyet Halk Partisi, (CHP) Adalet Partisi, (AP) ve Millî Selâmet Partisi (MSP) “Millî Birleşik Cephe”yi kurmalıdırlar .Bu “Millî Birleşik Cephe”, “toprak ağalarına dayanmış Milliyetçi Hareket Partisi”ne ve elbette ki, “Rus emperyalistleri”ne karşı kurulacaktır. Rezillik ve hainlik:
“Orak-Çekiç’in 2. sayısında ve yukarıda sözünü ettiğimiz yazıda, şunlar da söyleniyor:
“Anti-Faşist halk cephesine yönelik adımlar atılmalıdır. Çeşitli anti-faşist güçlerle oluşturulacak “eylem birlikleri” bunun ilk adımı olmalıdır. Ancak “eylem birlikleri” oluşturulurken, birincisi ilkesiz ve neye hizmet ettiği belli olmayan birliklerden, ikincisi ise grupçuluk ve sekterlikten kaçınılmalıdır.”
Bu sözlerle cephe fikri iyice karikatürleşiyor. Birincisi, “ilkeli eylem birlikleri” oluşturmak, “ilkeli siyaseti” gerektirir. Halbuki, cepheye doğru adım attığını söyleyen “TİKB”nin, pratikte kanıtlanmış bir sınıf siyasetine sahip olduğu söylenemez. İkincisi, “TİKB”, cepheyi silahlı bir kaç grubun birleşmesi şeklinde düşünmektedir ki, gençlik grupları içinde sözü çok edilen “grupçuluk ve sekterliği”, büyük bir dezavantaj olarak gösteriyor. Bilmiyor ki, cephe içerisinde, değil grupçuluk, en sert sınıf siyasetlerinin çekişmesi vardır. Burada, sekterlik bile hafif kalır. İşte bu gerçeği görebildiğimizden, daha önce de proletaryanın cephe içerisinde, kendi siyasetini hakim kılmanın mücadelesini yürütmesi ve küçük burjuva bütün siyasetlere karşı muzaffer olması zorunluluğundan söz ettik.
“Orak-Çekiç”in 1. sayısında, “Halkın Devrimci Şiddeti Faşist Diktatörlüğünü Yıktı” başlığı altında yayınlanan yazıda, İran devriminden söz ederken, “iran İşçilerin Köylülerin Komünist Partisi” (İİKKP)’nin, devrimin proleter muhtevasını yaşattığı ileri sürülüyor. Biz, “İİKKP” hakkındaki bu kadar derin bilgiyi, “Orak-Çekiç”ten alıyoruz. Diliyoruz ki, söylenenler gerçektir. Fakat bu gerçek olsa bile, iran’daki bu devrimde, “Halkın Fedaileri” ve “Filistin Kurtuluş Örgütü”nün adlarının geçmemesi, bu olaya tam olarak bakılmadığını gösterir.
İran’daki yarım burjuva demokratik devrim, henüz Şah’lığı yıkmaktan ötede bir başarı sağlamış değildir. Bu da büyük başarıdır. Fakat bu devrim, ileriye doğru gelişme imkânlarına bu süreci izleyerek sahip olamaz. Bu gün siyasî iktidarı ellerine geçirenler, islam dini ideolojisine sahiptirler. İslam emperyalizmi hayali peşinde koşmaktadırlar. Onlar, ABD emperyalistleriyle tam olarak hesaplaşma yoluna gitmemişlerdir. Emperyalist dünyadan istedikleri, kendi iç işlerine karışmamalarıdır. Yoksa, emperyalist sistemi reddeden kesin bir tavırları yoktur. Humeyni ve Ayetullah’lar, gerici din ideolojisini, bölgede pratik bir hareket haline getirmeye çalışmaktadırlar. Bölgede, nispeten ileri sayılabilecek olan Irak ve Afganistan’da, sürekli olarak gerici tahriklere baş vurmaktadırlar. İçeride, mezhep ve milliyet ayrılıklarını körüklemektedirler. Komünizm düşmanlığı, Şah düşmanlığından daha ileridedir. İran’da gericilik kılık değiştirmiştir. “Şah” gitmiştir, “Şıh” gelmiştir.
Proletarya İran’da, kendi kaderini belirleme safhasındadır. Bu yarım devrimi, sosyalist devrime dönüştürmelidir. İran’da “bağımsızlık ve demokrasi” ancak proletarya ve yoksul köylülüğün siyasî iktidarında gerçek anlamını bulabilir ve iran devrimi, ancak böylece tam bir devrim haline gelebilir.
“Orak-Çekiç” 2. sayısında, 1 Mayıs 1979’da çeşitli çalışmalar yaptığını açıklayarak, “Devrimci” 1 Mayıslar, Faşizm ve Tüm Gericiliğin Cenaze Töreni Olacaktır!” başlığı altında şunları söylüyor:
“1 Mayıs’ta Adana’da devrimci proletaryanın kızıl bayrağı yükseklerde dalgalandırıldı. Türkiye ihtilalci Komünistler Birliği, gelecekte yüzbinlerce işçi ve emekçinin katılımıyla gerçekleşecek devrimci 1 Mayıs fırtınalarının müjdecisi, çekirdeği niteliğinde gerçek bir proleter ihtilalci gösteri düzenledi.”
“Adana’da faşist yasalar çiğnenerek, sıkı yönetim yasakları ayaklar altına alınarak gerçekleştirilen bu devrimci gösteri, tam bir başarıyla sonuçlandı. TİKB’nin onlarca silahlı militanını güvenlik kordonu altında Meydan mahallesi “Pırasa Bahçesi” alanında yapılan bu devrimci gösteri, uzun süreli titiz bir çalışmayla hazırlandı.”
“1 Mayıs günü saat 17.00’de toplanıldı. TİKB’nin silahlı militanları alanın bütün giriş çıkışlarını ve yürüyüş güzergahını tam olarak denetim altına almışlardı. İkiyüz ihtilâlci, üzerine TİKB amblemi işlenmiş büyük bir kızıl bayrağın arkasında yürüyüşe geçti.”
“... Yürüyüş boyunca, “Yaşasın TİKB”, “Azmi Yoldaş Ölmez” başta olmak üzere TİKB’nin devrimci sloganları haykırıldı. Yürüyüş sırasında gelen iki polis ekibi TİKB militanlarının aldıkları tedbir ve kararlı tavırları karşısında geriye dönüp kaçtılar.”
“... Adana’daki kıvılcım, Türkiye’yi bütünüyle saracak ihtilalci bir yangın olacaktır.”
“TİKB”nin yayınlarında, pratiğe ilişkin en önemli eylem olarak, Adana’daki 1 Mayıs gösterisi yer almaktadır. Burjuvaziye karşı yöneltilen her eylemi, büyüklüğüne ve ya küçüklüğüne bakmadan, takdirle karşılarız. Fakat, olayın genel hareket içerisindeki yerini tespit ederken, onu bir çok yönden inceleriz.
1979 1 Mayıs’ı, proletarya hareketini yönlendirdiğini iddia eden bütün siyasî hareketler için, tam bir yenilgidir. Özellikle de, revizyonizm ve reformizm için fiyaskodur. Ekonomizmi siyasetlerinin temeli haline getirip, proletaryanın örgütlenmesini sendikalist düzeyde ele alanlar, proletaryayı gerilere çekmeye uğraşanlar, bu 1 Mayıs’ta, siyasetlerinin iflas etmiş olduğunu görmüş olmalılardır.
1 Mayıs’larda Taksim meydanında toplanmayı kendileri için zafer sayan revizyonistler ve reformistler, bu yıl burada toplanmamışlardır. Gerçi, toplanmış olsalardı da, proletaryanın devrimci hareketine, kayda değer önemde bir fayda getirmiş olmayacaklardı. Çeşitli kategorilerden, düzenden hoşnutsuz meslek gruplarının ve gençlik yığınlarının önemli kısmını oluşturduğu kalabalık içerisinde, DİSK’e bağlı işçilerin gene azınlıkta olduğu görülecekti.
Taksim meydanının adını, 1 Mayıs olarak değiştirmeyi, yıllardır mücadelelerinin temeli haline getirenler ve bu uğurda, onlarca kişinin ölümüne sebep olanlar, sıkı-yönetim karşısında boyun eğdiler. Bir kısmı, burjuvazinin buyur ettiği İzmir’e giderken, diğer bir kısmı, sıkı-yönetimin kelepçelerine ellerini uzattılar. Kimileri, de acz içinde, ucuz kahramanlığı eylem diye sundular. Neticede bunların hepsi, meydanı terkettiler.
Onların şimdiye kadar uygulayageldikleri siyaset şunu gösterdi ki, gerçekte proletaryaya, devrimci bir siyasî bilinç götürememişlerdir. 1 Mayıs’larda proleterler, ne sadece bir alanda hapsolunarak, nutuk dinlemekle mücadele etmiş olurlar; ne de 1 Mayıs’lar, sadece İstanbul proleterleri içindir.
Proletaryanın 1 Mayıs’ı ihtilâlci bir tarzda yaşatmasının yegâne yolu, onun komünist bilince ulaşmasıyla mümkün olur. Proletaryanın komünist bilince sahip olması da, onun bir komünist partiye sahip olması ile açıklanabilir. Bu günkü şartlarda, Markist-Leninist gruplar, ancak devrimci tarzda, mahallî eylemler ortaya koyabilmektedirler. Bu elbette bir şeydir. Fakat çok şey ve her şeymiş gibi göstermek, gerçeğe uygun değildir. Ayrıca yapılacak hareketlerin, ihtilâlci bir hareket olarak değerlendirilmesi, sadece kanunları çiğnemekle açıklanamaz. Proletaryanın rejime karşı yürüttüğü neredeyse bütün hareketler, kanunları çiğnemek zorundadır.
“TİKB, hareketini, yukarıda “Orak-Çekiç”ten aktardığımız şekilde açıklamaktadır. Burjuvazinin kanunlarını çiğnemekle iyi etmiştir. Bu, biçim olarak legalizmin boyun eğiciliğini reddetmektir. Bundan ötede yapılan nedir?
Çok sayıda pul, bildiri ve 1 Mayıs yayınları dağıtılmıştır. Örgüt hücrelerinde toplantılar düzenlenmiştir.
İki yüz kişilik bir grup, yarım saatlık bir yürüyüş yapmıştır. Yürüyüş boyunca, “Yaşasın TİKB”, “Azmi Yoldaş Ölmez” başta olmak üzere “TİKB”nin devrimci sloganları haykırılmıştır. Bu arada, iki polis ekibi olay yerin gelmiş ve korkup kaçmışlardır.
Önce, “TİKB”, kendisini o kadar büyütmesine karşılık, 1 Mayıs eylemi olarak, bütün Türkiye’de, sadece bunu yapmıştır. Bu kadar büyütülen bu hareket, bir mahalle halkı önünde yapılmıştır.
“Yaşasın TİKB” ve “Azmi Yoldaş Ölmez” gibi sloganların hakim olduğu yarım saatlık bir gösteride, “TİKB”nin devrimci sloganları”ndan, izleyicilerin kulağında hangisi kalmıştır?
Gerçekten, “onlarca silahlı militan”ın koruduğu iki yüz kişilik gösteriye, faşist devletin gücü yetmemiş midir?
Bütün bunlar, şu sözleri söylemek için yeterli midir?
“Adana’daki kıvılcım, Türkiye’yi bütünüyle sarsacak ihtilâlci bir yangın olacaktır.”Haziran 1979

0 Comments:

Post a Comment

<< Home